Gazeteye baskın
Türkiye'nin Basın Özgürlüğündeki Kritik An
2016
O cuma gecesi dergi biraz erken bitti. Kapağa Kadınlar Günü (8 Mart) münasebetiyle, ülkenin dört bir yanında kadınların yaşadığı zorlukları anlatan bir dosyayı çalıştık.
Ankara’ya gidecektim, valizimi hazırlayıp havaalanına yola çıktım. Uçak az sonra kalkacaktı. Çıkış kapısına yönelmiştim ki telefonum çaldı. Gazetenin yayın yönetmen yardımcısı Bülent Korucu arıyordu. Acaba dergide sorun mu vardı? Geri döndüm.
4 Mart, cuma…
Gazetenin yayın yönetmeni Abdulhamit Bilici, yayın sorumluları, editörler ve bazı yazarlar, toplanıp kayyıma karşı nasıl bir yol izleyeceğimizi tartıştık. Avukatlarımız yanımızdaydı.
Demokratik hukuk devletinde basın özgürlüğü, Anayasal teminat altındaydı.
Yürürlükteki yasalar basın özgürlüğünü koruyordu. Hukuki ve demokratik haklarımızı sonuna kadar kullanacaktık.
Cuma öğle saatlerinde devletin resmi haber ajansı abonelerine ‘Zaman’a kayyum atandı’ haberini geçti. Gelişmeyi Anayasa hukukçusu Sami Karahan, “Açık Anayasa hükmüne rağmen Zaman Gazetesi'ne kayyum atanması Anayasa'nın ihlalidir.’ diye yorumluyordu.
Kayyımın her hareketi canlı yayınlarla dünya kamuoyuna aktarılacaktı.
Herkes bu zorbalığı görecekti. Binanın içine ve dışına kameralar yerleştirildi. Nitekim BBC, AP, New York Times gibi itibarlı yayın organları, bizim geçtiğimiz fotoğraf ve görüntüleri kullanarak gelişmeleri okurlarına yansıttılar.
Çelik makas getirerek dış kapının zincirleri kestiler. Uzun uğraşlardan sonra içeri girebildiler. Polis, bazı sivil kişileri yayın katına çıkarmak istiyordu. Bunlar muhtemelen kayyumdu.
Gazete binasının içi ana baba günüydü. Bütün çalışanlar adeta etten duvar örmüş, kayyıma geçit vermek istemiyordu. O esnada, “Özgür basın susturulamaz’ sesleri binayı inletti. Polisler, arkadaşlarımızı sağa sola savurarak koridoru açtı.
Kayyum ile mücadele sürerken yayın katında yıldırım baskısı için hummalı bir çalışma yapılmış ve manşet değişmişti. Cumartesi günün taşra ve şehir baskıları hazırlanmış, matbaaya gönderilmişti. Nitekim, gece yarısına doğru matbaadan mürekkebi dahi kurumamış, 5 Mart 2016 Cumartesi günkü gazete geldi.
Kayyum heyetinin yüzü bembeyaz kesildi. Muhtemelen kendilerine gazeteyi susturma görevi veren siyasi iktidardan gelecek azarı düşünüyorlardı.
Gazetenin birinci sayfası, siyah zemin üzerinde ‘Zaman’a kayyım atandı. Anayasa askıda’ şeklindeydi. Anayasanın 30. Maddesi başlığın altındaydı.
İlk spot şöyleydi:
‘Dün Türk basın tarihinin en kara günlerinden biri yaşandı. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun basın özgürlüğü kırmızı çizgimiz’ güvencesine rağmen Türkiye’nin en yüksek trajlı gazetesi Zaman’a el kondu.
Gazeteyi okuyan kayyımlardan birisinden şu sözler duyuldu; ‘Hadi golü attınız!’
Cumartesi…
Gazete E- 5 karayolu üzerindeydi. Yeni Bosna yoluna girince polis bariyerleri çıktı karşıma. Ellerinde makinalı tüfekler vardı polisler. Çelik yelekler giymişlerdi.
Girişte kimlik kontrolü yaptılar. Yıllardır selam vererek girdiğim gazeteye kimliğimi göstererek ancak adım atabilmiştim.
İçerisi bir gecede kirletilmişti.
Sigara izmaritleri sağa sola atılmıştı. Sivil ve resmî kıyafette polisler her köşedeydi!
Doğru dergiye çıktım. Kimse yoktu.
Cam duvarların arkasından dışarıyı seyrediyordum. Her şey sisli ve karanlık görünüyordu.
Her haftanın rutini Cumartesi toplantısını yapacaktık. Geçtiğimiz hafta değerlendirilecek gelecek hafta ile ilgili fikirler masaya yatırılacaktı.
Cuma gecesi yaşadığımız polis baskını derin izler bırakmıştı hepimizde. Söz dönüp dolaşıp o saatlere geliyordu. Herkes yaşadığı hayal kırıklığını anlatıyordu.
Dergiyi konuşamadık. Gelecek hafta karanlıktı. Toplantı bitti.
Kayyum gelmeden derginin son sayısını matbaaya ulaştırmıştık. Ancak çok geçmedi dağıtım servisinden aradılar. Kayyum, matbaalarda basımı biten dergilerin kamyonlara yüklenmesini engellemişti. 36 bin dergi basıldı ama dağıtılamadı. Çöp oldu. Sansürü iliklerimize kadar yaşıyorduk.
Pazartesi...
Yazı işleri müdürü Necati Kola ile idari kata çıktık. Kayyum kendini tanıtırken ismini duymadığım bir web sitesinde yazdığını söyledi. İğreti oturmuştu koltuğa. Sözleri anlamsız ve önemsizdi. Acınacak haldeydi. Eşinin başörtülü olduğundan falan bahsetti.
Derginin trajını yükseltecekmiş. Nasıl, diye sormadık bile o anlattı: “Bakanlıklara, THY’na deste deste göndereceğiz!”
Ama asıl bombayı sona saklamıştı.
“Dergide yazarlar yazmasını istemiyoruz. Ayrıca her sayı baskıya gitmeden onayımızdan geçecek!”
Tepkimizi merak ediyordu. Bir cümle ile ifade ettik:
“Bu editöryal bağımsızlığa müdahaledir. Kabul edemeyiz!”
Buz gibi bir hava esti.
Aksiyon’un kayyumdan önceki son yayın yönetmeniydim. Fiili gazetecilik hayatım o dakikada bitti.